• Mezheplertarihi.com
    • Hoşgeldiniz
Üyelik Girişi

     

 

 Alevilik-Bektaşilik Yazıları
Prof.Dr.Sönmez KUTLU,  Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006

     

Çağdaş İslam Akımları ve Sorunları
Prof.Dr. Sönmez Kutlu
Fecr Yayınevi
ANKARA 2008

 



Şii Fırkalar

Nevbahti-Kummi Çev.Hasan Onat -Sabri Hizmetli -Sönmez Kutlu-Ramazan Şimşek

Ankara Okulu Yayınları

Ankara 2005

Ehli Sünnet bir mezhep midir?

   Ehli Sünnet bir mezhep midir?

   “ Gidilen yol anlamına gelen mezhep”, ister siyasi ve itikadi, ister ameli, yani fıkhi olsun, İslam dininin düşünce ekolleri için kullanılan müşterek bir isimdir. “Siyasi, içtimai, iktisadi ve diğer hadiselerin tesirlerinin mezhep kurucusu sayılan insan ile ona uyanlardaki fikri, dini ve siyasi tezahürü”[1] olan mezhepler,  tarihi sürecin içerisinde, en temelde insan unsurunun etkisiyle meydana gelmiş, beşeri oluşumlardır.[2] 

   Mezhep kavramının ortaya çıkmasında en temel unsur insan unsuru olup, Hz. Peygamber’in sağlığında her hangi bir mezhepten söz edilemez.[3] Mezheplerin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in vefatından çok sonra, siyasi vb. etkilerin de etkileriyle toplumda vuku bulmaya başlamıştır. Mezhep olgusunu, İslam’ın kendisi ile özdeşleştirmeyerek, onun sadece bir anlaşılma biçimi olduğunun kavranması din ile mezhebin aynılaştırılmasından doğan mezhep taasubunu engellemesi açısından oldukça önemlidir. [4]

  Bir düşüncenin mezhep sayılması için de bazı kriterler mevcuttur. Çalışmamızda da yer yer değineceğimiz bu kriterleri zikretmekte yarar olduğu düşüncesindeyiz.

 Kutlu, Alevilik-Bektaşilik’in dini statüsünü belirlerken, bir yaşayış biçiminin mezhep sayılabilmesi için gerekli temel dört özellikten bahsetmektedir.  Mezhep sayılacak bir yapılanmada yer alması gereken hususlardan biri, Mezhebin sistematik-teolojik boyutudur.

  Mezheplerin kurumsallaşabilmesi  için, müslümanların karşılaştıkları siyasi ve inançla ilgili problemler üzerinde sistemli  ve tutarlı bilgilerden oluşan bir teoloji oluşturmaları gerekmekte olup,  böyle bir teolojinin olmaması durumunda ise bu oluşumların  mezhep olarak isimlendirmesinden  ziyade, başka mezhebin uydusu olarak kabul edilmesi daha makul görülmektedir. [5]

  Kutlu bir mezhebin ikinci olarak ise  ortaya koyulan teoloji ya da nazariyeyi ele alan temel eserler bırakması gerektiğini söylemektedir. Görüşlerin devamlılığını ve tutarlı hale gelmesini sağlayan yazılı eserler boyutunun mezhepleri ortaya koyarken göz önünde bulundurulması gerekmektedir.[6]

   Üçüncü olarak, bir düşünce sisteminin mezhep sayılabilmesi için sistemli fikirlerin yanında, mezhebin fikirleri etrafında bu fikirleri destekleyen toplumsal bir  grubun varlığı gerekmektedir. [7]

   Kutlu’nın bir yapılanmanın mezhep sayılabilmesi için gerekli saydığı  unsurlardan bir diğeri ise sistemli itikadi fikirlerin yanında, mezhebin amel esaslarının dayandığı bir de ameli- fıkhi boyutun bulunmasıdır. [8]

      Bu kriterler, her hangi bir mezhebi ele aldığımızda kendini açık ve net bir şekilde gösterecektir. Bir Şia örneğinde, bu dört kriterin yerinin belirlenmesi çok da güç olmayacaktır. Ancak, Ehl-i Sünnet gibi bir oluşum söz konusu olduğunda bu kriterlerin yüzeysel bir bakışla mevcut görünmesi bizi yanıltmamalıdır. Zira, Ehl-i Sünnet söz konusu olduğunda tek bir kriterin karşılığında birden çok yanıt almak da mümkündür. Mesela teolojik yapı söz konusu olduğunda, Makalat kitapları, bizlere Ehl-i Sünnet’in ortak inançlarını sunuyor gözükse de ,[9]  Bağdadi’nin Ehl-i Sünnet içerisinde meselelerin asıllarında birleşilmekle birlikte, bir takım feri meselelerde sapıklık ve fasıklığa yol açmayacak şekilde  ayrılığa düştükleri zikredilmektedir. [10]Bağdadi’nin söylediklerinin gerçek yönü vardır, Ehl-i Sünnet içerisinden ayrılıkların olduğu muhakkaktır. Fakat, Bağdadi bunu kurtuluşa erecek zümre içerisinde olduğunda fasıklığa düşürmeyecek ayrılıklar olarak algılarken ve onları İslam dahilinde sayarken, diğer fırkaların ayrılıklarını bidat sayması ve onları İslam’ın dışında tutması dikkat çekicidir. Bağdadi, Ehl-i Sünnet içerisinde mezhebi ayrılıklara izin vermemektedir. Zira bunun olması durumunda “kurtuluşa erecek tek fırka” idealizayonu tehlikeye düşecektir. Bunun gibi diğer kriterlerin de yüzeysel olduğunu dikkate alarak, Ehl-i Sünnet’in incelenmesi gerekmektedir.

    Ehli Sünnet İsimlendirilmesi ve Ehl-i Sünnet İsmi Yerine Kullanılan İsimler:    Yaygın kullanımı  Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat olarak mevcut olan bu ismin atfedildiği topluluk için “Cemaat” [11], “Ehl-i Sünnet ve’l İstikamet”[12], “Ehl-i Sünnet ve Ashab-ı Hadis”, “Ehl-i Hadis ve’s Sünnet”, “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat”[13], Ehli Hak[14] gibi farklı isimlendirmeler de mevcuttur.

 İsimlendirmeyi oluşturan kavramlar ayrı ayrı  tetkik edildiğinde, “Sünnet” ve “Cemaat” kavramlarının açıklanması yeterli olacaktır.  Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat lafzında yer alan “Sünnet” kelimesi, terim olarak “ Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri” şeklinde tanımlanmakta olup, Kur’an’da ise iki ayrı ifade tarzında yer almaktadır. Birincisinde, “geçmiş ümmetlerin, cemaatlerin gittikleri yol, karşılaştıkları muamele”[15] gibi anlamlara sahipken, ikinci olarak ise, Allah’ın kanunu, Allah’ın davranış şekli”[16] gibi anlamlara gelmektedir.

   Cemaat ise, Ümmetin birliğini, Müslümanların otoristesini temsil eden çoğunluğun otoritesi anlamına gelmekte olup, Hatipoğlu tarafından   Ehli Sünnet ve’l Cemaat ismi, “Rasulullah ve ashabının dini uygulamalarına uyan ve ondan ayrılmayan ilk dönem Müslüman çoğunluğun dini anlama, açıklama ve yaşama biçimi” olarak tanımlanmaktadır.[17]

   Fığlalı, “Ehli Sünnet ve’l Cemaat” terkibinin ilk olarak, Semerkandi(373/898)’nin Fıkhu’l-Ekber şerhinde kullanıldığını söylemektedir. [18] 

   Ehl-i Sünnet kavramının karşısında kullanılan “Bidat” kelimesi de Ehl-i Sünnet’in ne olmadığını açıklaması bakımından önemlidir. Zira, Ehl-i Sünnet’i tanımlamak için “bidat” kelimesinin kullanılmasına Eşari Makalat geleneğinde sıkça rastlanmaktadır. Mesela Bağdadi bu sınıftan bahsederken, “ sapık fırka mensuplarının bidatlerinden bir şey karıştırmayan”[19], “sapık fırkalarn bid’atlerinden uzaklamış”[20], “Kaderiyye veya Rafıza veya Havaric’in bidatlerinden bir şey karıştırmamışlar”[21], “sapık fırka mensuplarının bidatlerinden hiçbirşeye inanmayan”[22], “bu ise bidatlerin değil, Ehl-i Sünnet’in yaşam biçimidir.”[23] Gibi ifadeler  kullanmakta,  “Sünni”  kavramını [24] da Sünni lafzının zıttı kabul edilen bidat kelimesi ile açıklamakta ve Sünni kavramının herhangi bir bidate uymayan herkese işaret ettiğini  söylemektedir.[25]

 Şii metinlerde ise, Ehl-i Sünnet ve Cemaat yerine el- Amme ismi[26] kullanılmaktadır. Çoğunluğu ifade eden bu söylem biçimini içlerinde ayrılıklar olması sebebiyle, sayıları çok da olsa, ifadesini kullanarak, “Cemaat”in  zıttı olarak gördüğü “Fırka” isimiyle tanımlayan Razi!nin tespitleri de ilginçtir.[27] Kadı Numan, Hz. Peygamber’den sonra “cemaat” isminin imama itaat etrafında birleşen insanlara verilebileceğini , imama itaatten ve hükmünden çıkan kimselere bu adın verilemeyeceğini söylemektedir. Ona göre, sayıları çok da olsa, farklı düşünen ve ihtilafta olan kimselere cemaat ismi verilemez. [28]

Ehl-i Sünnet ve Cemaat isminin farklı kullnımlarında da bu ifade biçiminin bir çoğunluğu ifade etmek için kullanıldığı görülmektedir.

Mezhepler Tarhi Açısından Ehl-i Sünnet’in Yapısal ve Fikri Yapısının Değerlendirilmesi Mezheplerin Ortaya Çıkışı ve Ehl-i Sünnet’in Teşekkül Süreci:   Hz. Peygamber döneminde, Müslümanlar arasında mezheplerin doğuşuna sebep olacak ihtilaflardan bahsetmek mümkün görünmemektedir.[29]  Bu dönemde Müslümanlar ortak noktaları olan tek Allah’a inanç üzerinden hareket etmişler, birbirleriyle çatışmak yerine İslam’ı tebliğ için çaba sarf etmişlerdir. Şia’nın Hz. Peygamber’n hastalığı ile birlikte başlattığı ihtilaflar serisinde[30] sonradan inşa edilmiş bir tarihin izleri görülmekle birlikte,   Hz. Peygamber’in vefatından sonra  Müslümanlar arasındaki ihtilafların en önemli sebebi olarak  İmamet meselesi görülmektedir.[31] Bu sorunun neticesinde ise Müslümanlar,  dönemin şartlarının bunu gerektirdiğinin göz ardı edilmesi ile Hilafetin Kureyşliliği meselesiyle uzun yıllar meşgul olmak durumunda kalmışlardır.[32]

   Müslümanlar arasındaki ihtilafların başlangıç noktası ne kadar geriye götürülmeye çalışılıyorsa da İslam’daki birliğe vurulan en büyük darbe Hz. Osman’ın katli (35/656) hadisesi olmuştur. Bu olayın hemen arkasından patlak veren gruplaşmalar neticesinde  ise Haricilik ortaya çıkmıştır.

   İslam’daki ilk ciddi ayrılık fırkası olan Haricilik, Müslümanların zihninde tekfir, karizmatik cemaat, darul islam, darul küfr gibi kavramların yerleşmesi için uğraşmış, toplum, Hz.Peygamber zamanındaki huzur ortamından gittikçe uzaklaşmaya başlamıştır. Haricilik’in ardından da siyasi-itikadi fırkalar  ortaya çıkmaya devam etmiştir. Bu fırkalardan biri olan Mürcie, en temelde Harici ayrılığına bir tepki olarak ortaya çıkmış, Harici fikirleri Müslüman zihninden çıkartmayı amaçlayan bir itikadi sistem meydana getirmiştir.

   Mürcie tabiri Hariciye ve Şia hariç, İslam ümmetinin bütün mensupları için kullanılacak kadar geniş bir tabirdir. [33] Bu sebeple Mürcii isimlendirmesi altında geniş bir kitle bulunmaktadır. Bu kitle içerisinde sapık fikirli bazı şahsiyetlere işaret ediliyor olsa da [34] Mürcii düşünceyi benimseyenlerin ortak özellikleri İbn Sad tarafından yapılan “Hz. Osman ve Hz. Ali’nin durumlarını Allah’a bırakarak onların iman ve küfrü konusunda şehadette bulunmayanlar” şeklindeki Mürcii tanımıdır. [35] Mürcie’nin ortaya çıkışında en etkili faktör, bu faktöre Mürcie’nin amacı olarak da bakılabilir, Müslümanlar arasındaki birliği sağlama düşüncesi olmuştur. İlk dönemdeki kutuplaşmalar her ne kadar toplum arasında huzursuzluğun artmasıyla yani Müslümanların birliğinin bozulmasıyla sonuçlanıyor olsa da dikkat edilmelidir ki bu dönemdeki çatışmaların ana kaynağını hilafet meselesi oluşturmuştur, yani sorunların temeli siyasidir.  Hilafetin doldurulması Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde ciddi tartışmalara yol açmazken, Müslümanlar, Hz. Osman’ın katliyle bir halifeyi öldürebilecek kadar derin bir nefret duygusuyla yeniden tanıştıklarını göstermişlerdir. Müslümanlar arasındaki birliğin üst üste gelen her olayla daha çok zedelendiği bu dönemde Mürcie, ayrılığın körükleyicisi olan Hariciliğe karşı “diğerleri de Allah’ın buyruğuna kalmışlardır.”[36] ayetini ön planda tutarak birliğe dayalı bir tepki hareketi olmuştur.[37] 

Harici ve Şii çevrelere karşı aynı safta yer alan Tarafsızlar grubundan neşet eden Mürcie,  Müslümanlar arasındaki birlikten kopmama düşüncesinin savunucularından biri  olmuş, her ne kadar daha sonraları, ana zümrenin muhalif olduğu zümreler arasında yer almış olsa da[38], Mürcie ve onun dışındaki Ehl-i Sünnet’in öncüleri olarak zikredilebilecek zümrelerin,  Hariciler, Şiiler ve Mutezile karşısında ana gövdeyi temsil ettikleri söylenebilir. Hatta Kutlu, Ehl-i Hadis’in İrca akidesinin H. 1 asra kadar ki kısmına sahip çıktığını söylemektedir. [39] Tarafsızlar grubu olarak zikredilen ve  ve belli bir döneme kadar içerisinde Mürcie’nin de yer aldığı bu merkezi zümre, Ehl-i Sünnet’in doğuş sürecinde etkili olmuş ve ona taban oluşturmuştur. [40]

 H. Birinci asrın sonlarında Ehl-i Sünnet, henüz sistemetik bir yapıya sahip olmamakla birlikte, Ehl-i Bidat olmayan kimseleri içerisine alan bir zümreden meydana gelmektedir. Bu zümre içerisinde bir araya gelen kimseler, daha doğrusu, muhalif olanlardan geriye kalan bu  kimseler, belli bir amaca matuf olarak bir grup oluşturma çabası içerisinde değildirler.[41]

Tarihi açıdan  Mutezile’nin ortaya çıkıp, Şia’nın da merkezi bir bünyeye kavuşmaya başladığı[42], mezheplerin görüşlerinin berraklaştığı  Hicri ikinci asırdan itibaren ise siyasi, itikadi ve toplumsal boyutlarıyla teşekkül etmeye başlayan bu zümre, Hicri Üçüncü asırdan itibaren ise, Müslümanların büyük çoğunluğunu temsil eden zümreler için kullanılmaya başlanmıştır. [43]

Hicri üçüncü asırdan itibaren, Harici, Şii ve Mutezili olmayan zümreleri tanımlamak amacıyla kullanılan bu kavramın, kelami ve siyasi görüşleri sistemleşmiş, belli toplumsal yapı ve yapılara karşılık olarak kullanımı daha çok Maturidilik ve Eşarilik’in oluşumundan sonraya rastlamaktadır.[44]

 Teşekkül sürecinden  ana hatlarıyla  bahsettiğimiz bu geleneğin ortaya çıkışında hakim unsur, sonradan ortaya çıkan zümrelere taraf olmamak düşüncesidir. Bir başka deyişle bu geleneğin ortaya çıkışı diğer İslam’ın ilk döneminde ortaya çıkan ve “bidat” olarak isimlendirdikleri fırkalar sebebiyledir. Bu geleneğin bu aşamada kendini diğer fırkalardan ayıracak ve onu diğer fırkalardan bağımsız bir mezhep şeklinde anılmasına sebep olacak herhangi bir fikir söz konusu görünmemektedir. Daha açık bir ifadeyle diğer fırkaların vuku bulmaması durumunda, bu geleneğin ortaya çıkmasına neden olacak  bir fikrin olduğu söylemek mümkün görünmemektedir.

 Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat H.1 asırda temelde Haricilik’in karşısında, daha sonraları ise Şiilik karşısında yer alan kimselerin oluşturduğu bir yapılanmadır. [45]Ehl-i Sünnet ve Cemaat yapılanmasında “Cemaat” kavramına denk olacak bu tutum “tek bir görüşü ya da belli görüşleri benimsemeyen veya belli akidevi esasları benimseyen büyüncül yeknesak bir topluluğu ifade etmektedir.”[46]

Çoğulcu bir yapılanma olan Ehl-i Sünnet, daha sonraları,  ortak inanç esasları, hadis külliyatı, Tefsir usuluünn temel ilkeleri husunda geniş bir ittifak meydana getirmiştir.[47]

Ehl-i Sünnet’in teşekkülünde göz ardı edilemeyecek bir taraf var ki, bu , sözü eidlen yapılanmasının genel anlamda tepkisel bir yapılanma olduğudur. Haricilik  ve Şia karşında yer alan bu zümre, siyasi bir yapılanma olup, teolojik kısım ise zamanla meydana getirilmiştir, diyebiliriz. [48]

Ehl-i Sünnet İçerisinde Yer Alan Zümreler:

 Sünniliğin içerisinde birbirine indirgenemeyecek özellikte birbirinden farklı eğilimin varlığı bilinmektedir.  [49] İçerisindeki ekolleşmelerin çizgileri netleşmeden önce, bu zümre içerisinde iki farklı zihniyet yapısının meydana getirdiği iki ayrı yapılanma mevcuttur. H. 2 asırda Ehl-i Sünnet’in zeminin oluşturan yapılanmadan, Ehl-i rey ve Ehl-i Hadis denilen iki zümre ortaya çıkmıştır. [50] Ebu Hanife’nin liderliğini yaptığı Ehl-i Rey daha sonra, Ehl-i Sünnet’in ana zümrelerinden olan Maturidilik’in ortaya çıkmasında etkili olurken[51], Makalat yazarları tarafından ayrı bir mezhep olarak da kabul edilen Hadis Taraftarları[52]’nın zihniyetinin devamı niteliğindeki Ahmed b. Hanbel önderliğindeki Selefilik ve Eşarilik Ehl-i Sünnet’in kelami yapıdaki ana zümrelerini oluşturduğu söylenebilir. Watt’ın yaptığı tasnifte ise, Akılcı Eşariler ve Maturidiler ile bunların ve de aklın karşısında yer alan Selefiler yer almaktadır.[53]

   Ehl-i Sünnet içerisindeki bu farklı yapılanmaların varlığı onun mezhep isimlendirmesine imkan vermekte midir? Kendi içerisinde mezhep olma kriterlerini taşıyan bu zümrelerin fikri ve şekli açıdan ortak bir ana yapıda tekrar birleştrilmeleri ne kadar mümkün ve ne kadar gereklidir?

    Bu zümreler arasındaki ilişkinin niteliği oldukça önemldir. İslam içerisindeki pek çok fırkanın kendi içerisinde fırklara ayrıldığı bir gerçek olmakla birlikte, Ehl-i Sünnet içerisindeki zümrelerin kendilerinin mezhep statüsünü taşıması onun mezhep sayılmasının imkanını zorlaştırmaktadır.

     Bu bağlamda Watt’ın sorduğu iki sorunun cevabı bizim için de önemlidir. Sünnilik içerisinde ne kadar müşterek inançların olduğu ve de birbirlerini ne derecede aynı  yere mensup saydıkları. [54]

      Bu kimseler arasında  Sünnilik içinde kelami ve itikadi inançlar hususunda bir yakınlık mümkün olmakla birlikte,  tam bir ittifak mevcut olduğu söylenemez. Watt,  İttifakın olduğu itikadi konuların   umumi sünnet mefhumunun kabulü ile ilk dört halifenin tarihi sıra içindeki tasdiki olduğunu ifade etmektedir.[55] Sünni zümrelerin karşılıklı müsamahaları meselesinde ise açık bir cevap verebilmek zor görünmekle birlikte,[56]farklı fikirlere sahip şahısların kabulunun genellikle hadis alanında gerçekleştiği  Kur’an ilimlerinde ise müsamahanın daha az  olduğu görülmektedir. Fıkıhta ise Usul-i Fıkıh hususnda müşterek bir zemin mevcut olup, bu bir ihitmalla birkaç asır önce tam bir kabul ile mevcuttur. Kelam ekolleri arasında ise, müsamahanın sınırı en alt seviyede görünmektedir. Bu ekoller, birbirlerini devamlı tenkid etmişlerdir. Hatta bundan iki asır sonra Gazali bile bu ekollerin birbirlerini tekfir etmelerinden şikayetçidir. [57] Eşari’nin ölümünde, Sünni zümreler sayılan Hanefiler, Hanbeliler ve Eşariler’inbirbirlerine yaklaşmakla birlikte, henüz birbirlerini Sünni meslekdaşlar olarak tanımaya hazır değildirler.[58]  

     Sünnilik bizzat bölünmenin karşısında yer almakla birlikte kendi içinde, sun’i olarak Rey okulunu, hadis okulunun karşısına yeleştirmiştir.[59]Bu bağlamda Ebu Hanife’nin Ehl-i Sünnet’e kabulü sorunu, Maturidilik ve Eşarilik arasında bulunan küçümsenmeyecek ihtilaflar hatta Maturidilik’in Eşarilik’e bir tepki olarak ortaya çıkması[60], Selefi zihniyet ile Hanefi eksenindeki Akılcı zihniyet arasındaki tezat ve her bir ekolün mezhep statüsü sayılması burada hatırlatılması gereken mevcut problemlerdendir.      Mesela,  Bağdadi, Sünnet ve Cemaat Ehli’ne ait ortak görüşleri savunanlardan bahsederken, kelam bilginlerinden sadece Hadis Ehline mensup olanların zikretmektedir. Bu durumda Ehli Rey’e mensup kelam bilginlerinin Ehl-i Sünnet içerisinde yer alıp almayacağı Bağdadi tarafından üstü kapalı bir şekilde mümkün görünmemektedir. [61]

 Ehl-i Sünnet’i oluşturan Ehl-i Rey’in en önemli temsilcilerinden biri olan Ebu Hanife hakkında Ashabu’l-Hadis tarafından ciddi eleştiriler yapılmaktadır. Kitabu’l- İman adlı eserini Mürcie’ye reddiye olarak yazan Buhari,[62]Tarihu’s-Sağir’de Nuaym b. Hammad’dan aktardığı bir rivayete yer vermektedir. Bu rivayette, Fezari şöyle demektedir. “ Süfyan’ın yanındaydım. Numan’ın ölüm haberi geldi. Süfyan dedi ki, Elhamdülillah, o (Ebu Hanife) İslam’ı ilmek ilmek çözen biriydi. İslam’da ondan daha uğursuzu dünyaya gelmemiştir.” [63]

  Burada Ehl-i Sünnet içerisinde belirgin zihniyet ayrılıklaının olmasını onun bir mezhep olmadığını ispat etmek için zikrediyor olmamız,  Şia içerisinde de sonradan oluşan bir Usuli-Ahbari şeklinde isimlendirilen bir zihniyet farklılaşması akla getirebilecektir.  Fakat,Şia içerisnde hem Usululilerin hem de Ahbarilerin vazgeçmedikleri ortak bir nokta vardır ki bu onların Şii olmasının en temel sebebidir. Biz ise Ehl-i Sünnet söz konusu olduğunda bu iki zihniyet arasında, onları İslam içerisinde farklı bir başlık altında yer alacak bir zümre bulamıyoruz. Bulduğumuz tek birleştirici unsur İslam’dır, ki onun varlığı ayrıca bir Ehl-i Sünnet gibi br olguyu gereksiz hale getirmektedir.

 SONUÇ:

Ehli Sünnet Mezhep olma kritelerine sahip olsa bile onu diğerlernden ayıran temel unsur, bu kimselerin tepkisel bir biçimde bir arada yer alıyor olmalarıdır. Hatta bu kimseler için bir araya gelme tabirinin kullanılmasına bile gerek yoktur. Bu grup kendilerince  diğer fırkaların kendilerinden ayrılmasıyla geride kalan ana yapıdır.

Ehl-i Sünnet sadece bir görüşü değil pek çok görüşü kapsamaktadır. Onu daraltma sorunu ise 73 fırka rivayetinde olduğu gibi kurtuluşa eren zümreyi azaltmak hevesiyle yapılmaktadır.  Bizce yapılması gereken Ehl-i Sünnet’in içeriğini daraltmak yerine mümkün olduğunca genişletmektir. Müslüman isimlendirmesi varken ayrı bir Hak mezhep isimlendirmesinin varlığı ise apayrı bir meseledir.

Kutlu’nun Ehl-i Sünnet hakkında yaptığı bir değerlendirmeye göre de, Ehl-i Sünnet, mevcut fırkalara karşı tepki gösteren mutedil pek çok kimse arasında müşterek kabul gören şemsiye bir kavram olup herkes ona kendi rengini vermiştir.  [64]

 Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat, birlike hevesinin bri araya getirdiği bir topluluktur. Her ne kadar kendi içerisindeki ihtilafları ile kendi içinde ayrılsa da ve kendini İslam’ın Sünni görüşü görerek  İslam ile aynileştirmek suretiyle[65]kutsal bir veri olarak telakki edilmesi şeklinde bir kanaat var [66] olsa da Ehl-i Sünnet yapılanması ne İslam’ın kendisidir, ne de Kurtuşuşa erecek tek fırkasıdır.

  


[1]Kutlu bu tanımı Fığlalı’dan akratmaktadır. [1]  Kutlu, Sönmez, “Siyasi- İtikadi Düşünce Ekollerinin Kavramsal Çerçevesi ve Ortaya Çıkış Sebepleri”, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, Ankuzem, ed. Hasan Onat, Ankara 2006, 5.

[2]Onat, Hasan,  ,Mezhep Kavramı ve Mezheplerin Doğuş Sebepleri, www.hasanonat.com, 4.

[3]Onat, Hasan,,Mezhep Kavramı ve Mezheplerin Doğuş Sebepleri, 4.

[4]  Kutlu, Sönmez, “Siyasi- İtikadi Düşünce Ekollerinin Kavramsal Çerçevesi ve Ortaya Çıkış Sebepleri”, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, 18.

[5] Kutlu, Sönmez, Alevilik-Bektaşilik Yazıları, Ankara Okulu, Ankara 2008, 30.

[6] Kutlu, Sönmez, Alevilik-Bektaşilik Yazıları, 31.

[7] Kutlu, Sönmez, Alevilik-Bektaşilik Yazıları, 32.

[8] Kutlu, Sönmez, Alevilik-Bektaşilik Yazıları, 33.

[9] Bağdadi, el-Fark Beyne’l Fırak, Çev. Ethem Ruhi, Kalem yay. İstanbul 1979,298; Eşari, Makalatu’l- İslamiyyin ve İhtilafu’l- Musallin, Çev.M. Dalkılıç, Ö. Aydın, Kabalcı yay., İstanbul 2005, 237-241.

[10] Bağdadi, 298.

[11] Bağdadi, 9.

[12] Eşari, 29, 340.

[13] Eşari, 338.

[14] Eşari, 338.

[15] Fatır, 43.

[16] İsra, 77 Fatır, 43; Ahzab, 38-39; Fetih, 23.

[17] Kutlu, Sönmez,  “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik”, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, Ankuzem, ed. Hasan Onat, Ankara 2006, 145.

[18] Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Kent basımevi, Ankara 1991, 54

[19] Bağdadi, 290.

[20] Bağdadi, 289.

[21] Bağdadi, 291.

[22] Bağdadi, 292.

[23] Bağdadi, 297.

[24] Bağdadi, 17.

[25] Bağdadi, 17.

[26] Nevbahti-Kummi, Şii Fırkalar( Kitabu’l- Makalat ve’l- Fırak,Fıraku’ş- Şia), Çev. Hasan Onat, Sabri Hizmetli , Sönmez Kutlu, Ramazan Şimşek, Ankara Okulu yay.,Ankara 2004,  95.

[27] Razi, Kitabu’z- Zine, 202-203.

[28] Muhammed Abd el- Cabiri, Arap İslam Siyasal Aklı, Kitabevi, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 2001,414.

[29] Fığlalı, Ethem Ruhi, İbadiyye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983, 25.

[30] Fığlalı, a.g.e, 25.

[31] Fığlalı, a.g.e, 27.

[32] Hilafetin Kureyş’ e ait olması meselesi hakkında bkz. Hatipoğlu, Said, a.g.e, 54-60.

[33] Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Birleşik yayınevi, İstanbul 1998,173.

[34] Watt, a.g.e, 173.

[35] Kutlu, a.g.e, 37.

[36] Tevbe,106.

[37] Watt, a.g.e, 152.

[38] Mürcie ile Ehl-i Sünnet’in öncülüğünü yapan kimseler arasında imanın tanımı, imanda istisna, halifelerin tarihi sırası gibi konularda ayrılıklar çıkmaya başlamıştır. Kutlu, Sönmez, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, Kitabiyat, Ankara 2002, 38.

[39] Kutlu, Sönmez, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, 38.

[40] Kutlu, Sönmez,  “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik”, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, Ankuzem, ed. Hasan Onat, Ankara 2006, 146.

[41] Kutlu, Sönmez, “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik”146.

[42] Kutlu, Sönmez, “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik”149.

[43] Kutlu, Sönmez, “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik” 146.

[44] Kutlu, Sönmez, “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik”146.

[45] Kutlu, Sönmez,  Müzakere Metni, Tarihte ve Günümüzde Ehl-i Sünnet Sempozyumu, İsam, 2004,  3

[46] Kutlu, Sönmez, Müzakere Metni, 3

[47] Kutlu, “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik” , 151.

[48] Kutlu, Müzakere metni, 2.

[49] Evkuran,  Mehmet, Sünni Paradigmayı Anlamak-Bir Ekolün Politik ve Teolojik Yapılanması, Ankara Okulu yay.,  Ankara 2005, 22.

[50] Kutlu, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler ,38.

[51] Kutlu, “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik”,149.

[52] Kutlu, “Hadis Taraftarları- Eşarilik-Maturidilik “153.

[53] Watt, 332.

[54] Watt, 328.

[55] Watt, 325.

[56] Watt, 325.

[57] Watt, 332.

[58] Watt, 6.

[59] Laost, Henry, İslam’da Ayrılıkçı Görüşler, çev., Ethem Ruhi Fığlalı-Sabri Hizmetli, Pınar yay., İstanbul 1999, 9.

[60] Rudolph, Ulrıch “Maturidiliğin Ortaya Çıkışı”, Çev. Ali Dere, İmam Maturudi ve Maturudilik adlı kitabın içinde, Haz. Sönmez Kutlu, Ankara 2007, 295-303.

[61] Bağdadi, a.g.e,26.

[62] Çakın, Kamil, “Buhari’nin Mürcie ile İman Konusunda Tartışması” AÜİFD, s. 185–186.

[63]  Buhari, Tarihu’ s Sağir, 1976, 2/100.

[64] Kutlu, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, 49.

[65] Watt, 327.

[66] Evkuran, 33.


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam9
Toplam Ziyaret72586
Saat

       

   

Mezhepler Tarihine Giriş
Prof.Dr. nmez Kutlu

Dem Yayınları        

2008